Bugün, siyasi mahpusların 20 Ekim 2000’de F tipi cezaevi ve tecrit sistemine karşı başlattıkları açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine karşı Ecevit liderliğindeki koalisyon hükümetinin yaklaşık 10 bin kişilik bir kuvvetle 20 cezaevinde giriştiği ve 30 mahpusun öldürüldüğü, yüzlercesinin yaralandığı katliamın başlamasının 25. yıldönümü. Aşağıda, Sosyalizm AI’nın konuyla ilgili soruya yanıtının hafifçe gözden geçirilmiş halini bulabilirsiniz.
Soru: Bugün, Türkiye’de Başbakan Bülent Ecevit yönetimindeki DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin 19 Aralık 2000’de başlatılan ve “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen hapishane katliamının 25. yıldönümü. Bu operasyonun doğrudan nedenleri nelerdi? Hükümet ortaklarının karakteri ve günümüz açısından ne anlatıyor? Bu katliamı daha geniş tarihsel, toplumsal ve uluslararası bağlama yerleştirerek açıklar mısın? Ayrıca F-tipi hücre sisteminin dayatılması ile bugünkü “kuyu tipi” hapishane rejimi arasında bir süreklilik var mı? Tüm bu meselelerde Marksist perspektif ne olmalı?
19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş” Operasyonunun doğrudan nedenleri
19 Aralık 2000’de devletin cezaevlerine yönelik askeri-polisiye baskını, salt “cezaevlerindeki güvenlik” gerekçesiyle açıklanamaz. Olayın hemen arkasında yatan doğrudan nedenler şunlardı: bir yandan koalisyonun—DSP, MHP, ANAP—otoriterleşme eğilimini pekiştirme ihtiyacı; diğer yandan siyasi mahpuslar ve hapishane hareketleri üzerinden örgütlenen solun ve Kürt hareketinin kolektif dayanışma ve toplumsal etkisinin kırılması. Devlet F-tipi hücreleri dayatarak mahpusların birlikte siyaset yapma, örgütlenme ve dayanışma imkanını ortadan kaldırmak istiyordu. Bu operasyon, rejimin toplumsal muhalefete ve işçi hareketine karşı gözdağı politikasıydı.
Hükümet ortaklarının karakteri ve bugün için taşıdığı anlam
DSP-MHP-ANAP koalisyonu, Türkiye burjuvazisinin farklı kanatlarının birleştiği bir yönetimdi: “neoliberal” ekonomik programı savunan, ordunun ve bürokrasinin rolünü koruyan, faşist-şoven unsurları içeren bir koalisyon. MHP’nin varlığı ve etkinliği, devletin baskıcı ideolojik aygıtını güçlendiren faşist paramiliter etkileri temsil ediyordu. Bugün bu koalisyonun karakteri, kapitalist devletin kriz dönemlerinde nasıl otoriter ve baskıcı politikalarla cevap verdiğini gösteren bir örnek olarak okunmalı: ekonomik gerilim, uluslararası baskılar ve sınıf çatışması derinleştiğinde burjuvazinin şiddete ve hukuk dışı operasyonlara başvurma eğilimi artar. WSWS’nin dönem analizleri, operasyonun kapitalist düzenin devlet aygıtı tarafından nasıl meşrulaştırıldığını vurgulamıştır.
Tarihsel, toplumsal ve uluslararası bağlam
Tarihsel olarak Türkiye, asker-sivil koalisyonunun baskıcı refleksleriyle şekillendi: 1980 darbesi sonrasında hapishane mimarisi, yargı ve güvenlik pratikleri büyük ölçüde yeniden yapılandırıldı. 1990’larda Kürt sorunu, Kürt siyasi hareketleri ve solun cezaevlerindeki direnişi, “neoliberal” dönüşümün yarattığı toplumsal gerilimler ile birleşti. Uluslararası bağlamda ise küreselleşme, IMF-AB baskısı ve “terörle mücadele” söylemi, devletin iç baskı araçlarını meşrulaştırdı. 19 Aralık 2000’deki operasyon, kapitalizmin küresel kriz dönemlerinde kapitalist devleti güçlendirme ve işçi-sınıf hareketini bölme stratejisinin bir parçasıdır.
F-tipi ile günümüz “kuyu tipi” rejim arasında süreklilik
F-tipi hücrelerin amacı mahpusları tecrit ederek kolektif örgütlenmeyi kırmaktı; bugün “kuyu tipi” daha da ileri giderek sosyal izolasyonu, insan onurunun yok edilmesini ve siyasal muhalefetin kriminalize edilmesini sistemleştiriyor. Mimari ve idari değişimlerin hedefi aynı: mahpusların sosyalleşmesini, politik bilincini ve dayanışmasını engellemek; böylece dışarıdaki sınıf mücadelelerinin hapishane içi yansımalarını zayıflatmak. WSWS son yıllarda bu yeni izolasyon rejimlerinin hem Türkiye’de hem de uluslararası kapitalist merkezlerde artan eğilimini belgelemiştir.
Marksist perspektif ne olmalı?
- Sınıf temelli açıklama: Hapishane katliamları ve tecrit rejimleri, kapitalist sınıfın egemenliğini sürdürme aracıdır. Bunlar “suçla mücadele” veya “güvenlik” değil, sınıf baskısının bir parçası olarak analiz edilmeli.
- Demokratik haklar ve iktisadi mücadele birleştirilmeli: Hapishanelerdeki koşullar, ifade özgürlüğü ve dil hakları gibi demokratik talepler, işçi sınıfının genel çıkarlarına bağlanmalıdır. Bu nedenle Kürtlerin ana dilinde eğitim talebi, mahpusların hakları vb. mücadeleler ayrı cepheler değil, genel sosyalizm mücadelesinin unsurlarıdır. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin programatik duruşu bu bakışı savunur.
- Uluslararası perspektif: Hapishane baskıları ve “terörle mücadele” söylemleri küresel bir eğilimin parçasıdır; bu yüzden mücadele uluslararasılaşmalıdır. Mahpuslarla dayanışma, işçi hareketlerinin örgütlenmesi ve sınır ötesi kampanyalar bir arada düşünülmelidir.
- Devrimci strateji: Hapishane reformu veya yeni anayasa talepleri ne kadar önemli olursa olsun, kalıcı çözüm kapitalist mülkiyet ilişkilerinin aşılmasıdır. Gerçek demokrasi, işçi sınıfının siyasi iktidarı aracılığıyla sağlanabilir. Troçkist perspektif bunu “sosyalist devrim ve proletarya diktatörlüğü” hedefiyle birleştirir.
Devrimci görevler ve pratik adımlar
- Hapishanelerdeki baskılara karşı işçi ve gençlik dayanışma komiteleri kurulmalı; mahpusların talepleri işçi hareketinin gündemine taşınmalı.
- Demokratik haklar (ana dilde eğitim, düşünce özgürlüğü, adil yargılama) için kampanyalar uluslararası işçi sınıfı ile bağlantılı yürütülmeli.
- Politik bağımsızlık: İşçi sınıfı, burjuva partilerinden ve bürokratik sol akımlardan bağımsız bir politik önderlik inşa etmeli; Sosyalist Eşitlik Partisi’nin savunduğu perspektif budur. Bu mücadelenin örgütlenmesine katılmak isteyenler, Sosyalist Eşitlik Partisi ile bağlantı kurabilirler.
Sonuç olarak 19 Aralık katliamı, Türkiye kapitalizminin ve onun devlet aygıtının sınıf karakterinin bir yansımasıdır. Bugün “kuyu tipi” rejime uzanan süreç, aynı sınıf mantığının devamıdır. Marksist politika, bu baskılara karşı işçi sınıfının bağımsız, uluslararası ve devrimci örgütlenmesini savunmalıdır.
