ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, transatlantik ittifakın yalnızca yüzeysel olarak zarar görmediğini, derinden bölündüğünü gösteriyor. Başkan Donald Trump’ın tek tek tweet’lerle ve Başkan Yardımcısı JD Vance’in Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşmasında ilan ettikleri şeyler, artık resmi ABD dış politika belgesine yansımış durumda.
Her başkanlık döneminde genellikle bir kez revize edilen strateji belgesi, Trump’ın “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” sloganını dış politika diline çeviriyor. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Başkan Woodrow Wilson’ın “14 Madde”sini [“Wilson Prensipleri”] yayımlamasından bu yana ABD, dünya hâkimiyeti arayışını hep “özgürlük”, “demokrasi” ve “hukukun üstünlüğü” gibi söylemlerle gizlemiştir. Bu, Trump’ın 2017’deki ilk Ulusal Güvenlik Stratejisi için de geçerliydi. Bugün artık böyle değil.
Yeni strateji, yağmacı hedeflerini açıkça ifade ediyor. Belge şöyle diyor: “Dış politikanın amacı, temel ulusal çıkarların korunmasıdır; bu stratejinin tek odak noktası budur.” Strateji, “Amerika’nın önümüzdeki onlarca yıl boyunca dünyanın en güçlü, en zengin, en etkili ve en başarılı ülkesi olarak kalmasını” sağlamayı amaçlıyor.
Bunun için ABD, “dünyanın en güçlü, en ölümcül ve teknolojik olarak en gelişmiş ordusunu” toplamak, eğitmek, donatmak ve sahaya sürmek, “dünyanın en sağlam, en güvenilir ve en modern nükleer caydırıcısını” inşa etmek ve “dünyanın en güçlü, en dinamik, en yenilikçi ve en gelişmiş ekonomisine” sahip olmak istiyor.
Diğer tüm ülkelerle olan ilişkiler bu hedeflere tabi kılınacak.
Latin Amerika, 1823 Monroe Doktrini’ne bir “Trump Ek Maddesi” aracılığıyla yeniden ABD’nin arka bahçesi haline getirilecek:
Yıllarca ihmalin ardından, Birleşik Devletler Batı Yarımküre’deki Amerikan üstünlüğünü yeniden tesis etmek ve anavatanımızı ve bölge genelindeki kilit coğrafyalara erişimimizi korumak için Monroe Doktrini’ni yeniden ilan edecek ve uygulayacaktır. Yarımküre dışındaki rakiplerin, bizim yarımkürede kuvvetlerini veya diğer tehdit edici yeteneklerini konumlandırmalarını ya da stratejik açıdan hayati öneme sahip varlıkları sahiplenmelerini veya kontrol etmelerini engelleyeceğiz.
Hint-Pasifik ise “halihazırda olduğu gibi önümüzdeki yüzyılın başlıca ekonomik ve jeopolitik muharebe alanlarından biri olmaya devam edecek.”
Politikadaki en dramatik değişiklik Avrupa’ya yönelik. ABD, NATO ortaklarının iç işlerine karışmayı, Avrupa Birliği’ni parçalamayı, faşist partileri güçlendirmeyi ve ırkçı “geriye göç” politikalarının uygulanmasına yardımcı olmayı hedefliyor. Aksi takdirde belgede kullanılan açıkça ırkçı dile göre “en geç birkaç on yıl içinde bazı NATO üyelerinin çoğunluğunun Avrupalı olmayan hale gelmesi” “çok mümkün” olacaktır, deniyor.
Rusya artık bir düşman olarak anılmıyor; onun yerine Avrupa’nın Rusya ile “stratejik istikrar” sağlamasına “yardım” edilecek. Belge, “Trump Yönetimi, savaş konusunda gerçekçi olmayan beklentilere sahip Avrupa yetkilileriyle ters düşmektedir,” diye devam ediyor.
Belge, Avrupa’nın ekonomik gerilemesinin “uygarlığın silinmesi” gibi daha gerçek ve daha keskin bir olasılık tarafından aşıldığını belirtiyor. Avrupa Birliği’ni siyasi özgürlük ve egemenliği baltalamakla suçluyor. Avrupa’nın göç politikası kıtayı bölüyor ve çatışma yaratıyor, ifade özgürlüğü sansürleniyor ve siyasi muhalefet bastırılıyor, ulusal kimlik ve özgüven kaybediliyor, deniyor. Belge, “Mevcut eğilimler devam ederse, kıta 20 yıl içinde veya daha kısa sürede tanınmayacak hale gelecektir,” diyor.
Strateji belgesi, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa’nın mevcut gidişatına karşı direnci geliştirmeyi” taahhüt ediyor ve “yurtsever Avrupa partilerinin artan etkisini” “büyük bir iyimserlik nedeni” olarak tanımlıyor. Bu şekilde, Almanya’daki AfD, İspanya’daki Vox ve İtalya’daki Fratelli d’Italia gibi aşırı sağ ve faşist partilere atıfta bulunuyor.
Belge, hedefin Avrupa’yı “kendi ayakları üzerinde durur hale getirmek ve uyumlu egemen uluslar grubu olarak faaliyet göstermesini sağlamak” olduğunu söylüyor. “Egemen Ulusların Avrupa’sı” ifadesi, AB Parlamentosu’nda AfD’nin parçası olduğu aşırı sağ fraksiyonun adıdır. Ayrıca “Orta, Doğu ve Güney Avrupa’nın sağlıklı uluslarının ticari bağlar, silah satışları, siyasi işbirliği ve kültürel ve eğitim değişim programları yoluyla” güçlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Bu, aşırı sağcı hükümetlere sahip Macaristan gibi ülkelere işaret ediyor.
NATO’nun genişlemesi durdurulmalı, Avrupa pazarları ABD mallarına ve hizmetlerine açılmalı ve ABD işçileri ile şirketlerinin adil muamele görmesi sağlanmalı, diyor belge.
Strateji belgesi, Avrupa basınında büyük bir öfke fırtınası yarattı. Fransız gazete Le Monde şöyle yazdı:
Ayrılık kesin, mal paylaşımı bekleniyor. Beyaz Saray’ın 5 Aralık Cuma günü yayımladığı ulusal güvenlik stratejisinin transatlantik perspektiften görünüşü budur. … Tarihsel bir kopuş bu. Daha önce bu tür hiçbir resmî belge Amerika’nın düşmanlarına bu kadar kayıtsız ve özellikle Avrupa’daki geleneksel müttefiklerine bu kadar küçümseyici yaklaşmamıştı.
Alman haftalık Die Zeit belgeyi “Avrupa karşıtı bir doktrin” ve “değer temelli Batı fikrine tutunmak isteyen tüm transatlantikçilere yönelik acımasız bir uyarı” olarak nitelendirirken, Frankfurter Allgemeine Zeitung bunu “ABD’nin Avrupa’yla hesaplaştığı bir belge” olarak adlandırdı.
Avrupa hükümetleri ve Avrupa Birliği temsilcileri, Ukrayna görüşmelerinin gerginliği göz önüne alındığında Trump’ı daha fazla kışkırtmak istemedikleri için daha temkinli tepki verdiler. Yanıtı doğrudan hükümet sorumluluğu olmayan ikinci kademe siyasetçilere bıraktılar; örneğin parlamentodaki (Bundestag) Hristiyan Demokrat Birlik/Hristiyan Sosyal Birlik (CDU/CSU) grubunun başkanvekili Norbert Röttgen gibi.
Röttgen ABD strateji belgesini “Avrupa için ikinci bir yeni çağ” olarak tanımladı; bu, dönemin Şansölyesi Olaf Scholz’un Rusya’nın istilasının ardından Alman silahlanmasını meşrulaştırmak için kullandığı “yeni çağ” vurgusuna bir atıftı. Belge, ABD’nin Avrupa, Çin ve Rusya ile ilişkisinde temelde yeni bir jeopolitik konumlanmayı temsil ediyor, diye ekledi. Röttgen ayrıca aşırı sağ partilerle hedeflenen işbirliğini eleştirdi.
Geçmişte her ABD savaş suçunu meşrulaştıran ve Gazze’deki soykırımı koşulsuz destekleyen bu CDU’lu siyasetçi, Washington’u “Batı Yarımküre’de kapsamlı egemenlik” peşinde olmakla suçladı. Röttgen, ABD’nin isteğine aykırı olsa bile, Ukrayna’yı Rusya’ya karşı desteklemek için dondurulmuş Rus devlet fonlarının kullanılmasını talep etti: “Bunda başarısız olunursa, sonuçları yıkıcı olacaktır.”
Avrupa devletlerinin ABD ile büyüyen çatışmaya verebilecekleri tek yanıt savaş ve sınıf savaşıdır. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra itibarsızlaşmış Batı Avrupa kapitalizminin ayakta kalmasını sağlamış ve Sovyetler Birliği’ne karşı Soğuk Savaş emperyalist güçleri kaynaştırmıştı. Savaş sonrası dönemin ekonomik canlanmasının ve sosyal tavizlerinin temelini oluşturan buydu.
Ama şimdi, daha önce yazdığımız gibi, “kıymetli hammaddeler, pazarlar ve kârlar için süregelen amansız mücadele ile birlikte kapitalizmin küresel krizi, birlikte küresel üretimin yüzde 45’ini meydana getiren iki büyük emperyalist güç bloğu arasındaki ittifakı yok ediyor.” Bunun nedeni Trump değildir; o bu gelişmenin yalnızca öznel ifadesidir.
Almanya ve diğer Avrupa güçleri yıllardır ABD hegemonyasından kurtulup yeniden bağımsız bir büyük güç olarak rol almaya uğraşıyorlardı. Şimdi bu çabalarını hızlandırıyorlar: silahlanmaya yüz milyarlarca avro yatırıyor, Rusya’ya karşı savaşı sürdürüyor ve bunların devasa bedellerini sosyal kesintiler ve toplu işten çıkarmalarla telafi ediyorlar. Trump gibi onlar da bir polis devleti inşa ediyorlar ve çoktandır aşırı sağın acımasız göç politikalarını benimsemiş durumdalar.
İşçi sınıfı, tırmanan transatlantik çatışmada hiçbir tarafı desteklememelidir. Uluslararası ölçekte birleşmeli ve Atlantik’in her iki tarafında da kapitalizmin devrilmesi ve sosyalist bir toplumun kurulması için mücadele etmelidir.
